KELEBEKLERİN İZİNDE
SELİM BONFİL
Derleyen: Sarit Bonfil / Fotoğraflar: Selim Bonfil
“Başarılı doğa fotoğrafları, zengin renkler, desenler, çizgiler, dokular ve iyi bir kompozisyon içeren, bazen de hareket yansıtan karelerdir.”
Michael Yamashita
Hayvanlar aleminin en zarif, en büyüleyici yaratıklarından kelebekleri makro bir objektifin arkasından ilk gördüğümde, bunun uzun soluklu bir tutkuya dönüşeceğini henüz bilmiyordum. Yıl 1986, aylardan nisandı. Singapur’un Sentoza adasındaki kelebek serasında, nar kırmızısı bir çiçeğin üzerinden havalanmaya hazırlanan siyah kanatlı bir kelebeği görüntülüyordum. Yıllar sonra bu tema üzerinde yoğunlaşmaya karar vermemde, bu ilk çektiğim fotoğrafın başarısının büyük payı vardır.
Yoğun iş hayatımın yanında hobi olarak sürdürdüğüm fotoğrafçılıkta insan portrelerine odaklandığım dönemler de oldu. Ancak beni hep mıknatıs gibi kendine çeken konu doğa idi- çiçekler, hayvanlar ve özellikle kelebekler… Muhteşem renkleri, narin kanatları, küçücük bedenlerinde yaşadıkları inanılmaz başkalaşımla doğanın mucizesini onlardan daha iyi ne anlatabilir ki? Kanatlarındaki olağanüstü renk ve desenleri, çiçekle kelebeğin doğadaki kusursuz uyumunu aynı kare içinde yansıtabilmenin heyecanıyla, oradan oraya uçuşup duran bu sevimli yaratıkları görüntülemenin zorluklarını hissetmiyorsunuz bile.
Kelebeklerin özgür doğada fotoğrafını çekmek ideal olurdu olmasına ama takdir edersiniz ki amatör bir fotoğrafçı olarak bu vakti ayırmam mümkün değildi. Ben de doğaya en yakın ortamda, çiçek ve kelebek seralarında görüntüledim onları. İş ya da turistik amaçlı gezilerimde Singapur’dan Hong Kong’a, Rodos’tan Amsterdam’a, Montreal ‘den Niagara Şelalesine ve Londra’ya kadar uzanan çeşitli tropikal seralarda, zamanı unuturcasına, büyük bir sabırla istediğim çiçeğe konmalarını bekleyerek, çoğunlukla nemli hava ve sıcakla boğuşarak ama hep büyük bir zevk ve huşu içinde binlerce kare oluşturdum. Doğaya duyduğum hayranlık ve sevgiyi başkalarıyla paylaşmak için, fotoğraflardan en güzellerini seçip izleyenlerin beğenisine sunmak ise en az çekim yapmak kadar heyecan verici.
Seralarda çekim yaparken dikkatimi çeken, ziyarete gelen herkesin güzel bir poz yakalamak için yüzünde bir tebessümle oradan oraya koşuşturması, üstüne kelebekler kondukça adeta çocuklaşması ve günlük kaygılardan tamamen uzaklaşmasıydı. Kelebek hangi özellikleri ile bizi bu denli etkiliyor, insanlar için ne ifade ediyor sorularıyla yola çıkıp biraz derinlemesine araştırma yaptığımda öğrendiklerim çok çarpıcıydı.
Böcek takımının altında bulunan pulkanatlılar familyasından olan kelebekler (Lepidoptera) 150.000 kadar türleriyle dünyanın hemen her bölgesinde ve özellikle en çok türün görüldüğü tropikal alanlarda yaşarlar. Dünyada yaygın olarak bulunan bu narin canlı ta insanlığın başından beri dikkatleri çekmiş. Güzellikleri, tırtıldan kozaya, kozadan kelebeğe olan şaşırtıcı başkalaşımları, 24 saatlik ya da 2-4 haftalık kısa yaşam süreleriyle insanlık tarihinde nice efsaneye konu olmuş, güçlü bir sembol olarak karşımıza çıkarlar.
Antik çağlarda, örneğin Eski Mısır’ın Teb kentinde M.Ö. 3500 yılına ait duvar resimlerinde bile kelebekler görülür. Birçok kültürde baharın habercisidir onlar, bir başka deyişle doğanın yeniden doğuşunun müjdecisi… Amerikan yerlilerinin kelebeklerin oluşumuyla ilgili efsanesi niçin umut ve sevinç kaynağı olduklarını çok iyi anlatır. Papago efsanesine göre ulu yaratıcı, yaşlanmanın çocukların kaderi olduğunu fark edince çok üzüldü ve çeşitli kaynaklardan güzel renkleri büyülü bir heybede toplayıp çocuklara hediye etmeye karar verdi. “İçine bir tutam güneş ışığı, gökyüzünden bir avuç dolusu mavilik, mısır tozunun beyazı, oynayan çocukların gölgesi, güzel bir kızın saçlarının siyahlığı, düşen yaprakların sarısı, çam yapraklarının yeşili ile etrafındaki çiçeklerin kırmızısı, mor ve turuncusunu toplayıp hepsini doldurmaya başladı.”1 Çocuklar heybeyi açınca içinden rengarenk kelebekler çıktı. Hayatlarında böyle güzel bir şey hiç görmemiş olan çocuklar, üstelik kelebekler şarkı da söylediği için büyülenmişlerdi. Oysa öten kuşlar kıskanmıştı kelebekleri, hem güzel oldukları hem de şarkı söyleyebildikleri için. Tanrıya şikayet ettiler. Böylece şarkı söyleme yetisini kelebeklerden geri aldı ulu yaratıcı. İşte bu yüzden, kelebekler böylesine güzel renkli ama sessizdirler. Göz alıcı renklerini doğada iyi ve güzel olan ne varsa ondan almışlardır ve her kanat çırpışlarında umudu ve sevgiyi çevrelerine yayarlar.
Çin’de yeşim taşından bir kelebek aşkın ve evliliğin sembolüyken, Japonya’da ay kürenin içine çizilmiş iki kelebek kadının zarafetini ve sadakatini temsil eder. Antik Yunan’da ise kelebek yeniden doğuşu ve ölümsüzlüğü simgeler. Yunanlılar çiçekten çiçeğe konan kelebeği, konudan konuya atlayan ruhun huzursuz arayışına benzetmişlerdir. Kelebeğe de ruh kelimesinin karşılığı olan “psyche” demişlerdir. Ruh bilimi olan psikoloji kelimesi de aynı kökten türemiştir.
Kelebeğin geçirdiği başkalaşım, Hıristiyanlıkta ve diğer inanç sistemlerinde ruhun ölümden sonra yeniden dirilişini anlatmak için bir metafor olarak kullanılmıştır. Ondan önce Mısırlılar ve Yunanlılar da kelebeği yeni hayat ve ölümsüzlük sembolü olarak gördüklerinden mezarların içine altın kelebekler yerleştirmişleridir. Aslına bakarsanız, tüm hayvanlar aleminde kelebeğin geçirdiği büyüklükte bir başkalaşım yoktur. Bu başkalaşım insan ruhunun geçirdiği evrelerle bağdaştırılır.
Obur iştahıyla tırtıl, insanların fiziksel gereksinimlerinin ağır bastığı maddesel dünyayı temsil eder. Koza tıpkı mezar gibidir. İçimize dönüp değiştirmek istediğimiz özelliklerimizi düşündüğümüz bir dönemdir. Düşünce tarzımızda, hayata bakışımızda önemli değişikler yaşarız. Kozadan çıkan kelebek ise yenilenmiş olarak kendimizdeki bu değişimi özgürce dışarıya vuruşumuzu simgeler. Artık başka bir perspektiften bakarız dünyaya. Değişimi istemiş ve kabullenmişizdir. Bu süreçten kelebek kadar zarif bir biçimde başarıyla çıkarız.
Yunan mitolojisinde kelebek kanatlı güzel bir kız olarak tasvir edilen Psyche’nin(ruh) öyküsü ilk bakışta bir aşk öyküsü olarak algılansa da gerçekte ruhun çetin mücadelelerden zaferle çıkışını anlatır. Büyüleyici bir güzelliği olan Psyche bir kralın kızıdır. Aşk Tanrısı Eros ona aşık olur. Ancak ölümlülerle ilişkide olması yasak olduğu için geceleri onu karanlıkta ziyaret eder ve kendini görmesine izin vermez. Bir süre sonra merakına yenilen ve sevgilisinin bir canavar olmasından şüphe duyan Psyche eline bir kandil alır ve ona bakar. Gördüğü yakışıklı yüz karşısında heyecanlanır ve kandilinden damlayan yağ ile Eros’u uyandırır. Öfkelenen Eros, sözünde durmadığı için Psyche’yi sonsuza dek terk eder. Psyche’nin güzelliğini kıskanan ve oğlunu baştan çıkardığı için kızgın olan Eros’un annesi Afrodit ise ona başarılması imkansız görevler vererek türlü eziyetler yaşatır. Sevgilisinin ölmek üzere olduğunu gören Eros onu affeder ve Zeus’un yardımıyla ona ölümsüzlük iksiri içirir. Evlenip, sonsuza kadar mutlu olurlar. Tıpkı Psyche gibi insan ruhu da sınavlardan geçerek kendini geliştirir ve Tanrı sevgisine erer.
Kelebekler sadece bize sevinç veren, umut aşılayan güzel yaratıklar değildir. Yaşam zincirinde çok önemli rolleri vardır. İpek üreticilerinin kozalar delinmeden önce onları işlemeye başlamasını ve milyonlarca kelebeğin daha dünyaya gelmeden ölmesini bir kenara bırakacak olursak, doğanın dengeli ve sağlıklı olmasında kelebeğin paha biçilmez yararları vardır. Yabani bitkilerin polenlerinin taşınmasına yardımcı olarak hem bitkinin çoğalmasını hem de o bitki ile beslenen canlıların yiyecek bulmasını sağlar. Hassas bünyeleri en ufak çevreyle ilgili değişikliklerden etkilendiklerinden, kelebekler ekolojinin sağlıklı olup olmadığının bir göstergesidir. Narin kanat çırpışından dolayı, bir sitemin verilerindeki en ufak bir değişikliğin öngörülemeyen büyüklükte sonuçlar doğurmasını anlatan Lorenz’in kaos teorisi “kelebek etkisi” adıyla anılır.
Güzel ve kırılgandır kelebekler. Doğanın büyüleyici ama hassas yapısına bir kez daha tanık oluruz onları izledikçe. Doğa sevgisini aşılarlar bize. Tıpkı bu koleksiyon aracılığıyla sizlerle paylaşmayı umduğum gibi. Sevgileri güzelliklerinde saklıdır. Endüstri devriminden beri doğayı düşüncesizce katleden insanoğlu bir yandan verdiği zararı telafi etmek için yoğun çaba harcasa da, gelişmekte olan ülkeler hala onun dengesini bozmayı sürdürüyor. Oysa doğayı anlamayı, sevmeyi öğrenirse herkes, önemini kavrarsa onu korumanın, herşey çok daha farklı olabilir. Çünkü insan sevdiğini bozmaz, kirletmez, yok etmez. Kelebekler doğayı sevmemiz için sessizce yakarırlar bize. O çağrıyı duymak bize kalmıştır. Özgürce uçabilsinler diye doğayı sevmenin ve onun hassas dengesini korumanın görevimiz olduğunu hatırlatırlar bize, içimizi titreten zarif kanat çırpışlarıyla…