SOKAĞIN RENKLİ YÜZLERİ
SELİM BONFİL
“Fotoğraf aslında ilkel bir tiyatro, bir tür canlı tablo, altında ölüleri gördüğümüz hareketsiz ve boyalı yüzün bir temsilidir.”
Roland Barthes
Bir akşamüstü tanımadığınız bir kentteyseniz, yoğun iş görüşmelerinden sonra günün yorgunluğu üzerinize çökse de, o şehri keşfe çıkmak için dayanılmaz bir istek duyarsınız içinizde. Ayaklarınız sizi şehrin en kalabalık meydanına sürükler. O yabancı havayı solumak, insanların içine karışmak istersiniz. Uzaklardan bir keman ya da akordeonun davetkar çağrısı duyulur. Oraya yönelirken bir de bakarsınız bir grup insan toplanmış bir hokkabazın nefes kesen gösterisini izliyor. Az ileride sütunun üzerine çıkmış bir kadın sanki Rönesans heykeliymiş gibi Yunan tanrıçası edasıyla soluğunu tutmuş duruyor. Yüreğinizi bir coşku kaplar. Fotoğrafçılığa gönül vermiş biriyseniz, taşımanın eziyetine rağmen bütün gün yanınızdan ayırmadığınız makine ve objektifleri çıkarır, başlarsınız kareleri oluşturmaya.
Bu sergi son on yıldır iş ya da gezi amaçlı yaptığım yurt dışı seyahatlerin bir ürünü olarak tesadüfen oluştu. Başlangıçta sokak sanatçılarını görüntülemek ve onların ağırlıkta olduğu bir sergi açma fikriyle işe koyulmadım. Her seyahat dönüşü çektiğim fotoğraflara baktığımda biraz hayret ve ilgiyle onlara odaklanmış olduğumu gördüm. Portreleri inceledikçe bu ilgim daha da derinleşti. Onlarla aramda tuhaf bir bağ kurulduğunu ayrımsadım. Neydi sokak sanatçılarında beni bu kadar çeken? Çeşme’de çocukluk yıllarımda izlediğim cambazları anımsatıp beni geçmişe götürmeleri mi? Marjinal yaşam biçimleri mi? Yoksa hünerlerini ortaya koymaktaki cesaret ve pervasızlıkları mı?
Robert Doisneau, A l’Imparfait de l’Objectif (Objektifin Dünü Bugünü) adlı kitabında fotoğraf avına çıkmış fotoğrafçı ile sokak sanatçısı arasında ilginç bir benzerlik kurar: “Gezgin fotoğrafçı amacına ulaşmak için tıpkı kaldırım sanatçısı gibi önüne çıkan insanların cömertliğine muhtaçtır.” Kaldırım sanatçısı için cömertlik insanların ilgi gösterip önündeki kaba birkaç kuruş atmasıysa, fotoğrafçı için cömertlik karşısına çıkan insanların bilerek ya da bilmeyerek onun için zengin bir malzeme oluşturmasıdır. Yazarın asıl hayranlık duyduğu ise sokak sanatçılarının ellerindeki birkaç basit araç gereçle harikalar yaratmasıdır. Doisneau itiraf eder: “ Doğrudur. Onların arkadaşlığını aradım. Sundukları görsel şölenden çok, onlardan az malzeme ile üretme sanatını öğrenmek için. Ve jonglör ve tek tekerlekli bisiklete binenlerin önünde hayranlıkla kaldığım için.”
Bugün yurdumuzda pek olmasa da özellikle Avrupa’nın büyük kentlerinde pek çok kaldırım sanatçısına rastlarız. Kimi arya söyler, kimi pop müzik; kimi keman çalar, kimi kendi yarattığı müzik aletinden hoş tınılar çıkarır; kimi kusursuz bir pandomima sergiler, kimi giysisi ve duruşuyla dikkat çekmeye çalışır. Bunların hepsine sanatçı diyebilir miyiz? Elbette hayır. Ticari kaygının ön plana çıktığı, bir tür modern dilencilik diye adlandırabileceğimiz, yaratıcılık ve estetikten uzak gösteriler de var bugün sokaklarda. Belki bazıları için hayatını kazanmanın kolay yolu, bazıları için son çare. Hepsinin hikayesi farklı. Ama sebebi ne olursa olsun bir tek istekleri var- şapka, torba veya kaselerine birkaç kuruşun girmesi. Bu amaca varmak için ilginç ifadeler, şekiller, giysiler ve vücut hünerleriyle müşterileri cezbetmek. İşte bu sergi tüm bu ifadelerin fotoğraf karesine yansımasıdır.
Kullandığım yakın çekim tekniği, portrelerdeki sokak sanatçılarına kendimi daha yakın hissetmemi sağladı. Onlar benim arkadaşlarım, dostlarım oldu. Çerçeveletip bir araya getirdiğimde, fotoğraflardaki çeşitlilik ve renk cümbüşü belirginleşti. İnsanın yaratıcı gücü ile yetenekleri portrelerden süzülüp göz kamaştırdı adeta. Sokak sanatçıları yaşamın renklerini özgürce kullanarak insana yaşam coşkusu aşılıyor. İşte sizlere yaşamı kucaklamak için bir fırsat daha.